Hepimizin bildiği, yine de çoğumuzun unutur göründüğü bir gerçeği hatırlatmanın tam zamanıdır. Milletimizin düşmanları hem sayıca çokturlar; hem de güçlüdürler. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı düşünürken, aklımızdan hiç çıkmaması gerektiği halde, düşmanlarımızın varlığını ve gücünü hesaba katmıyor gibiyiz. Unuttuklarımız arasında varlığımızın başlıca şartı saydığımız MİLLÎ BİRLİK ve BERABERLİK en başta geliyor. Üzücü de olsa itiraf etmeliyiz:
Türk milleti, hele son yıllarda, birbirini adetâ düşman sayan zümrelere ayrılmıştır. Çekişmekle sövüşmekle yetinmiyoruz; hattâ dövüşüyoruz. Hem yalnız yumruklarımızla değil, sopalarımızla, bıçaklarımızla tabancalarımızla dövüşüyoruz. Her gün yeni bir belirtisi ile karşılaştığımız bu durumun demokrasi çağının vazgeçilmez sonuçlarından biri gibi düşünülmesine imkân yoktur. Demokrasi, hürriyet ve değerli sayılan diğer bütün mefhumlar, milletimizin yükselmesine ve güçlenmesine yardım ettikleri sürece saygı görürler. Fakat nifak tohumlarının yeşermesine müsait bir zemin haline gelirlerse, itibarını yitirmekten kurtulamazlar. Fikir ayrılıklarının düşmanlığa dönüşmesine izin verilmez. Milletin varlığını kıyamete değin sürdürmek ülküsü, cümle hakların üstünde kutsal bir vazifedir. Milletin hayrına olacaksa, aslında nefsimizin tatmin edilmesine yarayan ve kitaptan çıkıp hayata girince manâsından daima uzaklaşan hürriyetlerimiz için direnmek hüner değildir. Kimse gücenmesin, açık söylerim: Dövüşmeye devam edeceksek, aynı millete mensubiyetin hazzını paylaşacak yerde, bir kin denizinde hep birlikte boğulacak; hırsımızı doyurmak için süslediğimiz nutuklar, en kestirme yoldan cehennem seferine başlamalıdırlar! Bir millet ancak sınır boylarında dövüşür; vatanın, imânının, soyunun düşmanlarına karşı dövüşür. Kardeş kavgası başlarsa, kimin haklı olduğunu araştırmanın bile bir değeri kalmaz. Milliyetçilik iddiasını güdenler, kendi hesaplarına zararlı sonuçlar verse de, gittikçe büyüyen düşmanlığı önlemeğe mecburdurlar. Doğruluğu şüpheli ucuz hükümlerin peşine takılmak; millete fenalık edenlerle dövüşüyoruz; demek, hataların bağışlanmasına yetmez. Doğrudur: Türklüğe kötülük edenlerle elbette dövüşülecektir. Ama neyin, hangi fikrin ve nasıl bir davranışın kötülük olduğunu, hiç kimse keyfine göre tespit edemez. Türklüğe kötülüğün gerçek ölçüsü: Çağın şartlarının Türk gözüyle incelenmesinden, üç bin yıllık tarihimizin emrettiği icaplardan, dünyadaki yerimizin manâsını bilmekten doğacaktır. Sayısız denemelerle anlaşılmıştır ki, bir milletin bütün fertlerini aynı şekilde düşündürmek aslâ mümkün değildir. Fikir ayrılıklarına sadece münakaşa etmek hakkı tanınır. Hiç kimse, kendisinden ayrı bir görüşe inandığı için bir başkasının yaşamak hakkını tehdit edemez. Yeter ki, değişik fikirler arasında, milletin varlığına kastedenler bulunmasın. Kendimizi millet saymak ve bize zarar veren fikirler ezilmezse milletin yıkılacağını öne sürmek; eğer aptallık değilse, mutlaka ihanettir.
Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte birleşmeğe de mecburlardır! Aksi takdirde, millet sevgileri kimsenin inanmıyacağı boş bir laftan ibaret kalır. Biliyoruz: Birbirimizi sevmemiz gerektiğinin yazılması kolaydır; fakat, uygulanması güçtür. Yine de dünya nimetlerine erişmek hırsının kışkırttığı nefsimizi yenmemizin yollarını aramalı
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN!
* 7/NİSAN/1969 * SAYI 1
NOT: 41 yıl önce kaleme alınan bu yazı o günün şartlarını göz önüne seriyor. Bu gün de durumumuz o günden farklı değil. Türk milliyetçileri ve siyasetçilerimizin rahmetli Galip ağabeyin bu yazısını bir daha okuyarak durum muhakemesi yapmaları gerektiği kanaatindeyim. Saygılarımla M.C.